18 Mart 2017 Cumartesi

Museum Hotel'de Binbir Gece Masalı


Sadece izlemek istiyorum; Hiç konuşmadan oturmak ve sadece izlemek...Her manzara fotoğrafının altına yazılan ''İşte huzur bu', 'yok o değil asıl huzur bu' gibi bir duygu değil hissettiğim. İçimi gıcıklayan, kanımı kaynatan bir şeyler var bu manzarada, bu yerde. Uzun uzun izliyorum, öyle ki bendenim koltukta serilmişken güneşin tatlı sıcağının altında, aynı anda ruhum heyecanlı bir yolculuğa çıkmış gibi gökyüzünde. İşte bu yüzden saatlerce o terasta oturup izledim önümde uzanan tatlı manzarayı. İşte bu yüzden içim kıpır kıpır...
Bir yandan Jehan Barbur tatlı sesi gelirken, gözlerimi manzaradan ayırıp etrafıma bakıyorum. Binbir Gece Masalı'nı anımsatıyor burası. Her kapının ardında başka bir büyülü masal. Hemen yanımdaki taş yapıya, en tepedeki  gizemli odaya çıkan merdivenlere, oradan rüzgarla yavaşça süzülen dumanı tüten sıcak su havuzuna, oradan da küçük kemerle ayrılan, akşamları ateşte sıcak şarap hazırlanan bara dalıyor gözlerim.
Tekrar manzaraya dönüp, bir kadeh daha beyaz şarap isteyerek, açıklığa doğru gökyüzünde seyrime devam ediyorum.




3 yıl önce Kapadokya'ya geldiğimde anlamıştım Uçhisar'ın bu bölgenin en farklı enerjisine sahip olduğunu. Sadece Vadi'ye karşı bir sabah kahvaltısı yapıp ayrılmıştık; ancak bazen dakikalar bile yeter anlamanıza, bir parçanızın orası olduğuna. Aslında düşüncem, kışın karlar altındayken görmekti Uçhisar'ı. Nuri Bilge Ceylan 'Kış Uykusu' filminden kar manzaralarını görünce karar vermiştim ya Şubat sonu olmasına rağmen kar kalmamıştı etrafta. Öylesine bir yer de seçebilirdim konaklamak için, ama istemedim. Beni sarsın sarmalasın istedim kalacağım yer, gözlerimi ondan alamayayım, keyif verdiği kadar zevki de olsun istedim. Sadece iki gece kalacaktım ve koştur koştur bir plan yapmamıştım, hatta  hiç plan yapmamıştım. Uçhisar zaten büyülüydü, bir şekilde alır götürürdü.


Öyle de oldu. Cuma akşamı Nevşehir Havalimanı'na indim. THY'nin servisi 15 TL karşılığında Museum Hotel kapısına kadar bırakıyor ve şöför telefonunu vererek, dönerken arayın gelip alayım diyor. Süprizler daha kapıda başladı. Demir parmaklıklı kapıyı geçip bahçede ilerliyoruz.Akşam olduğu için herşey sarı ışıklandırma altında da olsa tam anlayamıyorum nasıl bir yerde olduğumu. Lobby olarak kullanılan sağdaki geniş ve yüksek tavanlı odaya geçiyoruz. İçeride bekleyen birkaç kişi daha var. Sıram geldiğinde kayıtlar alındı ve valizler bırakıldı. İlk önce minik bir otel turu yapacağız.



Museum Hotel gerçek bir müze aslında. Her köşesinde bir tarihi esere rastlıyorsunuz. Kimi zaman duvarda halı, merdiven başında ibrik, ayaklarınızın altında camekan içinde tarihi çömlekler...Otel görevlisi Emin Bey turuna devam ederken, serin havayı içime çekip, bu iki günü hiçbirşey yapmadan geçirecek olmanın tatlı sarhoşluğuna bırakıyorum. Ben hülyalara dalmışken Sunset Bar'ın önüne gelmişiz. Her akşam yanan ateş üzerindeki çömlekte hazırlanan, sıcak şarabın kokusu sardı bir anda etrafımı. Bir yanımda taş yapısı ile Museum Hotel, diğer yanımda gecenin çöktüğü Avanos'ın ışıklarına bakarak yudumluyorum. Böyle anlarda gördüklerimi hep çizmek istiyorum, fotoğrafını çekmektense. Hissettiklerimi eklemek istiyorum, benim elimden çıksın o kare, benim gördüklerimi anlatsın diye. Ancak öyle bir yeteneğim olmadığı için hüzünleniyorum. Bazı sahneleri çekmiyorum  öyle zamanlarda, gözlerimle en ince ayrıntısına kadar inceleyip hafızama alıyorum. Hiç unutma diye de tembihliyorum kendime...


Minik tur Lil'a Restoran önünde bitiyor ve odalara dağılıyoruz. Odayı bookingden ayırtıyorum, özellikle manzaralı hatta banyosu bile manzaralı olanından. Ancak geldiğimde anlıyorum ki yine de oteli arayıp teyid etmek gerekiyormuş fotoğraflardaki oda olması için. Son dakika bir değişiklik ile hayalimdeki odaya Khayyam'a yerleşiyorum.


Önünde manzaralı küçük bir bahçesi ve ferforje koltukları ile karşılıyor beni. Al şarabını, kitabını otur akşama kadar keyif yap burada. Oda ise iki bölümden oluşuyor, girişte bir eski tarz bir oturma grubu, tv  ve bir ahşap masa sandalye var. Herşey oldukça sade, kendi halinde ama şık. Kesinlikle bu otelin her köşesi için söylenebilecek kelimeler bunlar. İçerideki bölümde ise yatak odası (kocaman bir yatak var ki kaybolur içinde insan) ve cam önünde manzaraya bakan jakuzisi ile banyo var. Eşyaları odaya atıp Lil'a Restoran'a geçiyorum.




Gelmeden önce şık restoranlar için ufak çaplı bir araştırma yapmıştım ancak mevsimden dolayı sadece burası açıktı. Diğer görmek istediğim restoransa yine Uçhisar'da Ariana Sustainable Luxury Lodge içinde yeralan Plum Restoran. Bir sonraki ziyaretimde artık.
Museum Hotel'in kendi bağlarındaki üzümlerinden yapılmış olan bir şişe kırmızı şarap eşliğinde peynir ve soğuk et tabağı alıyorum. Fonda hafifçe çalan otantik müzik eşliğinde romantik bir geceye başlangıç için harika bir seçim olmuş. Yemekten sonra yıldızlı gökyüzü altında sıcak içmek için bara geçiyorum. Ömer Hayyam'ın Kimse Bilmez şiiri, Zuhal Olcay'ın sesinden kulaklarımda çınlıyor. Bir yerde herşey ve bu kadar mı tamamlar birbirini...
Ertesi sabah güneşli bir güne uyanmanın keyfi ile önce bahçede biraz oturup etrafı izledim. Kahvaltıya geçerken, önce terasta kahve içeceğim yeri seçtim, sonra da sıcak havuz için hazırlıklarımı yaptım. Açık büfe kahvaltı çok sevmem ancak lezzeti ön planda olan buradaki açık büfe kahvaltı, yine keyif yine keyif yine keyif. Ağır ağır, içimde bir yerlere  yetişme telaşı olmadan bitirdim kahvaltımı. Bol sohbetli, samimi çalışanları ile ahbap bile oldum iki günde.




             Erkek olmadığım için hüzünlendiğim bir an da manzaraya karşı saç sakal traşı hizmeti...


Terasa oturup kahvemi içip, yine uzaklara hülyalara daldım. Güneş tepedeyken, havada iyice ısınmışken sıcak su havuzunu denemek için hareketlendim.


Ne üşüten, ne kaynatan tam ayarında suya girince, dedim ya burada hiç anlamadığım hisler içinde oluyorum. Bir heyecan, bir sarhoşluk hali. Hemen bir kadeh beyaz şarap söyledim ve hayalimdeki keyfi yapmaya başladım. Keyif yapmak da bir iştir sevgili okur. Zaman ayırmak lazım, ince ayrıntılara hazırlanmak lazım bazen, zamandan uzaklaşmak ve kendinden uzaklaşmak lazım bazen, bazen de herkesten uzaklaşmak ...


Birinci akşamına yaklaşırken, kahvaltı, teras ve kahve, şarap ve sıcak havuz, şömine başında yazı, Lil'a Restoran ve sonra tekrar bar ve sıcak şaraptan oluşan bu Binbir Gece Masalında eriyip bitiyordum. Diğer mevsimleri bilemiyorum ancak, o terasta Jehan Barbur'u canlı dinlemek gerçekten bu muhteşem eserin tuvale vurulan son darbesi olurdu.


Lil'a Restoran' da ikinci akşam yemeğinin ardından odanın önündeki bahçede koltuklarda biraz keyif yapmak istedim. Şarabımı ve odaya bırakılan (hoş süprizleri oluyor otelin, kendi yapımları üzüm pekmezi, ev yapımı çikolata topları) çikolata toplarını aldım ve koltuğa kuruldum. İlk yudumu alıp şöyle bir gökyüzüne bakayım derken, önce ayaklarım yerden kesildi ve yukarıda gökyüzü yavaşça kaymaya başladı. Tam ayaklarımı havada görmüştüm ki kafamı arkadaki tomruğa vurdum ve acı ile düştüğüm yerde kaldım. Canım çok acıyordu ya, bir de düşene gülünmezdi biz öyle eğitildik, kalakaldım. Sonra tabi koyverdim gitti. Çok acıdı canım ama işte böyle bir yer Museum Hotel, ayaklarınızı yerden keser...



Gecenin ve yazının sonuna gelirken, hayalini kurduğum herşeyi yapmanın keyfindeyim. Yazımı otelin anı defterine karaladıklarımla bitiriyorum. 
Herkese keyifli hayatlar...





0 yorum:

Yorum Gönder