24 Temmuz 2016 Pazar

Zanaat Atölye & Cafe "Babaannem' e atfedilmiş bir yazı"

Peki şimdi burası neresi?
Bu yeşilin kokusu bana neyi hatırlatıyor da gözümden bir damla yaş süzüldü?

                                

Ben şimdi 4-5 yaşlarımdayım ve çocukluğumun en güzel zamanlarındayım. Babaanemin bahçesindeyim...
Buraya nasıl geldim peki?
Her pazar sabahı klasiği evden kahvaltı için Cihangir Firuzağa Kahvesi'ne gidip, sonra bir Çukurcuma ineyim deyip, küçük bahçesini ve kahvaltısını çok sevdiğim "Cuma"nın (esmiyorrrr diyerek yazları hep pas geçiyorum) önünden "Masumiyet Müzesi"ne doğru ilerliyorum. Bu yol üzerinde kahvaltı yapacak hiçbir mekan olmadığını birkez daha test ederek, Boğazkesen Caddesine doğru yola devam...Her pazar bir Çukurcuma yazısı yazmak için yola çıkıyorum, ancak bu haftada olmayacak sanırım :(

Yaşı 35' i geçmiş ve hala bekar hanımlara sorulan ilk soru geliyor aklıma; "Kriterin ne Deniz?" Bir kahvaltı için bile bu kadar taban teptiğime göre sabahın köründe, oldukça fazla kriterim var gibi...Kendi kendime sesli güldüm valla yolda :) 

Tam bu anda Boğazkesen Caddesi'nde ilerlerken, kafamı birden sağa çevirdim ( hiç adetim değildir öyle birdenbire sağa filan dönmek...;)

                                                 
                                    

İşte orada "Zanaat Cafe"

Çok janjanlı bir girişi yok aslında, ama birşeyler çekti işte. Hep hayalini kurduğum, eski püskü, büyük yapıların bahçelerini, benden gizlenen avlularını görmek için bir fırsat işte...Hemen daldim içeriye. Burası büyük bir tarihi yapının alt katındaki bir kartonpiyer atölyesi aslında. Kocaman bir bahçesi, bahçede birsürü ağaç, domates fideleri, tavuklar, sera var. 

        

Ortalık sakin, kimsecikler yok. Müzik yok, sağında solunda konuşulanları mecburen dinlediğin sohbetler yok...Hemen bir menü rica ediyorum. Kahvaltı tabağı, omletler, akşam için et bölümü...Menüye ve kısa bir süre daha etrafa baktıktan sonra, teşekkür edip çıkışa doğru yöneliyorum...

                                   

Tam çıkışa geldiğimde, ne arıyorum ki ben diye soruyorum kendime?
Yaşınızın başında hala bir 3 rakamı varsa, boşa harcayacak biraz daha zamanınız vardır ;) En fazla kaybedeceğim evde kendim de hazırlayabileceğim ( inanmayanalar var ama çay ve omlet yapabiliyorum arkadaşlar...;) bir kahvaltı için ödenen para ve harcanan iki saat. Geri dönüp menüden bir kahvaltı tabaği ve kavurmalı omlet isteyerek bahçedeki istediğim masada oturmaya ve yazımı düşünmeye başlıyorum...

Etrafa bakınırken, sessizliğin keyfi ve yeşilin kokusunu içime çerkerken babaanem geliyor aklıma ve birden o tek damla düşüyor gözümden...Nur içinde yatsın demek saçma geliyor onun için, o gittiği yerde zaten kendi ortamını yapar :) Bu özelliğimi ondan almışım belli ki. Onun da böyle büyük bir bahçesi vardı Samsun'da 56'larda. Çocukluğumun en muhteşem yılları işte o bahçede geçti. Hiç fotoğrafım yok o bahçede, sanırım bu koca ailede belki de kimsenin yok ama ben her karışını tek tek hatırlıyorum.

       
          Bahçe içindeki o küçük evin merdivenlerini anımsatan burada hemen bir fotoğraf alıyorum.    

Ve anılar bir bir geliyor aklıma...
Isırgan otları içinde dolaşırken yanan bacaklarım, babaanemin haşarı kızı bütün gün oturtmanın tek yolu; bahçede küçük bir çamur deryası yapmak ve Deniz'i akşama kadar orada oturtup, kaşıntının geçmesini beklemek...Yine sesli gülüyorum :) Kaşıntı geçti geçmesine de sıkıntıdan ölecektim sanırım...
Babannemin tek yeşil bir gözü vardı. Diğerini gençken tavuk gagalamış ve işlevsiz hale gelmişti. Ama tek göz bile herşeyi görmeye yeterdi. Gözü hep üzerimdeydi, ama uzaktan hep uzaktan izlerdi. Bir kitapta okumuştum, büyükanne, büyükbabaları ile büyüyen çoçukların, sosyalleşme yetenekleri daha gelişirmiş. Kimbilir satışçı olmamın bir yolu da taaaa ben küçükken açılmıştır.

Önünden tren yolunun geçtiği, babaanemin evini şimdi benzetecek olsam, İtalya'nın güneyinde küçük bir kasabadaki evlere benzetirdim. Ev sürekli kalabalık olurdu, malum dokuz çocuğu vardı. Bir kısmı evlenmiş ve evden bir kişi gidip dört kişi olarak ( çocuklar, eş) dönüyorlardı :) Bahçede bazı akşamlar tüm sülale, kuzenler, amcalar, yengeler, halalar toplanıp yemek yenirdi. Muhacir olan babaannem 10-15 arasında kişiye "Muhacir Pidesi" yapar, yanına da bol ayranı koyar ve kimse aç kalkmazdı o sofradan...
Buarada Muhacir Pidesi için el verilen iki kişi Nimet yengem ve Feray halam hala aynı lezzeti yakalayan doğru seçimlermiş. Ben de tembelliği bırakıp el alsam iyi olacak sanırım. Kalabalık bir aile için illaki doğurmak şart değil diyerek, kocaman masamı dolduracak insanları alıyorum hayatıma :)

İtalya demişken, tabiki bizim de babaanemle siesta saatlerimiz vardı. Evin çatısında küçük kokulu siyah üzümlerin olduğu bir asmaaltı vardı.
Babaanem;
Ha mar ufaaam, hadi biraz uyuyalım derdi ve öğleden sonra bir saat üzüm kokularının altında kestirirdik.

Ben anılarıma dalmışken kahvaltım da çoktan geldi tabiki...

        

Kahvaltılıklar normal lezzette, ama kavurmalı omlet süper...Çocukluğumdan beri yumurtanın her türlüsünü sevdiğim doğrudur. Simiti de Zanaat'ın hemen girişinde, yan tarafındaki tarihi simitçiden alıyorum, çıtır çıtır :)

       

E biraz da mekandan bahsedeyim.
1880’li yıllardan bugüne kadar pek çok sarayın, konağın, sinemanın, şehir kulübünün kartonpiyerlerini barındıran bu bina Saint Joseph Yetimhanesi olarak da biliniyor. Kemal Usta’nın Garabet Cezayirliyan’dan 1947’de devralarak sürdürdüğü atölyesi hala aynı şekilde üretiyor. 2015 yılında İstanbul Bienal'in üç ayağından biri olmuş Atölyenin üst katı ise tam bir gizli dehliz. Kemal ustanın torunu Şevval'in dediğine göre; bina çok eski ve tehlikeli olabileceği için, Kemal usta çıkmamıza musaade etmiyormuş. Ancak bu ustanın nadir eserlerinin olduğu üst katların, çalınma ihtimaline karşı korunduğu da aklıma gelmiyor değil ;)
Ancak yine de görmek isteyenler için, içinde bir müzesi var. Haftaiçi sabah 8:00'dan akşam 18:00'a kadar açık.

        

       

                                    
                                            Efil efil esen bahçede ev yapımı erik suyu...

                                     


Geldik bir yazının daha sonuna...
Kim derdi ki bir pazar sabahı babaanemle Tophane'de bahçemizde bir kahvaltı yapacağım.
Sevgili okur, buraya geleceksen eğer tavsiyem; kahvaltıya boş boş gelme...
Anılarını da al gel.
Unutmak istemediğin anılarını al da gel yanına. Hatırlamak için zaman ayır, bırak kendini.
Bazen sesli sesli gül kendi kendine, bazen de gözyaşlarının akmasına izin ver.

Eh babaanemle karşılıklı birer sade kahve içmenin zamanıdır :)

      

Hepinize keyifli pazarlar...










 

                                     
      



1 yorum: