Bir sonraki yıl için, nisan ayından tek başına gideceğin bir " Sevgililer Günü" planı yapmaktır saçmalamak,
Verona gibi aşkın dibine vurmus bir sehre sevgilisiz gitme hayalini kurmaktir sacmalamak,
böyle ufacik bir sehre 5 gün ayirmaktir belki, beki de "e hiçbiri seçeneğidir" ve geçirdiğin en muhteşem Sevgililer Günü'dür ;)
Kafamdaki planlanmamış tatil macerası iste böyle başladı.
Mantik sizi A noktasindan B noktasina götürür,
hayalgücü ise her yere demiş Einstein...
Venedik Santa Lucia Tren istasyonu'ndan Verona'ya dogru ilerleyen trendeyim artik.
Buraya kadar nasil geldim anlatmayacağım, gir Google'a envai çeşit yol anlatmış sevgili bloggerlar...
Venedik'de indim, Mestre'ye otobüs, Trenle Santa Lucia veeeee daldım 3.kez Venedik sokaklarina.
Amaç tabiki Spritz Aperol ve cips.
Valizi Tren istasyonuna 5 saati 6 Euro'ya bıraktıktan sonra...Gözün gördüğüne gider ya ayaklar, bu defa tersine yürüdüm kalabalığın. İstanbul'da turist kaçırıp 2 gün gezdirmişliği olan gönüllü bir rehber olarak; Venedik halkı nerede takılır sordum ancak saatlerden siestaymış ve heryer kapanmıştı :(
Takribi saat 13:00 yuhhh diyorum...
Özgür kız modunda Venedik sokaklarında dolaşmak süper günlerden perşembe, aylardan Şubat olunca ortalık bayağı bir sakin tabii. Hafif de bir öğle güneşi varken, tak gözlüğünü yürü be güzelim, bir macera daha seni bekler :)
Karşısındaki merdivenlerden geçin sağa devam edin, ilk sol yapip ve sonra ilk sağ....Iste köşede o masalar... Caffe Vero.
Hemen söyleyeyim Spritz Aperol 3 euro ( İstanbul'da 30 TL) ve yanında cips fıstık ikram :)
Ha bu arada bu gezi yazısında o kac para, o bilet nerden alınır, hangi no otobüs gider oraya gibi hazırcılık yok valla (bi tek içkileri yazarız artık)...Zaten uğraşamam o kadar şeyle ;) Aklımda da tutamam.
Şaka şaka, ufacık şehirler zaten sora sora bulun,ara sokakların keşfini kendiniz yapın diye yazmadım :)
Neyse, Verona'ya gidecek trene 2 saat kala Venedik maceram bu şekilde gelişti.Trene doğru yol aldım veeee evet yazımın baslangiç ilhamı vagonda otururken geldi :) Gelmeyeydi iyiydi, öyle dalmışım ki kafa yı kaldırmamla Verona yazısını görmem ve valizi kapıp inmem 30 sn'mi aldı.
Sonra ne mi oldu? Tabiki yanlış istasyon. Hayııırrrrr....
Tüm yanlış istasyonda inenleri temsilen garda ki bir yolcuya çektirdim :) Her insan gibi sinirlenmem ve triplere girmem lazımken gülüyorum, hayat böyle daha güzel, hep sürprizli ;)
Ev sahibim ile buluşmaya geç kalacağımı düşünerek, aman dedim ne yapayım, bir gece otelde kalırım diye hesaplar yaparken bir sonraki tren geldi, bindim ve 1dk sonra ineceğim duraktayım...Verona Porto Nova. Bir baksaymışım istasyon isimlerine fena olmazmış :)
Evi Wimdu'dan kiraladım. Çoğunluk gittiğim gezilerde artık otel değil de ev kiralamanın daha keyifli olduğuna karar verdim. Farklı bir kültürü ve şehri daha yakından tanımak, daha içinde yaşamak istiyorsanız kesinlikle öneririm. Çoğu zaman hem daha konforlu hem daha ucuza gelebiliyor.
Akşam 8 gibi evden çıkıp biraz etrafı gezmeye başladım. Önce evin hemen arkasında yürüyerek 5 dk uzaklıktaki Bra Meydanı'na gittim. Beklediğim o İtalyan sıcaklığı olan ortamı bulamadım açıkcası. Evet solda yanyana bir sürü cafe ve restoranlar, sağda kocaman Arena...Belki kış belki akşam diyorum ve yemek icin mekan aramaya koyuluyorum. Kısa bir süre Arena sağımda kalacak şekilde yürüdükten sonra solda bir sokağa giriyorum ve hem Jazz Club hem restoran olan "Le Cantine de l' Arena'yi gözüme kestiriyorum.
Aklınızda olsun bu şehirde Jazz dinlemek isterseniz gelmeden önce rezervasyon yapın.
Mekan muhteşem, üst ve alt kat iki farklı restoran . Alt katta hem yemek hem jazz var ve ambiyans süper.
Ben geldigimde çoktan rezerve olmuştu tüm masalar ve bekleyen 10. kişiydim :(
Ben de güzel bir ıspanaklı peynirli makarna (ki daha kocaman bir porsiyon hayal etmiştim, ama sonra 4 gün daha orada olduğumu ve daha yiyecegim pizza ve makarnaları hayal ederek) 2 kadeh şarap ile mekanı izlemeye koyuldum. Tüm masalar dolu ve herkes kendi halinde sağa sola bakışlar atmadan yemeklerini yerken, garsonların yüzlerini, sipariş alışlarını,servislerini izledim. Bu şehir de hafif bir züppelik var söyleyeyim baştan; garsonlar "bize mi geldin edasi" ile servislerini yaparken ister istemez gülümsüyorum bu aldırmazlığa :)
Yemeğim gece 10 civari bitti ve eve dönüş ve belki 1 tane Aperol Spritz icin mekan bulma heyecani...
Tekrar Bra Meydani'na doğru yürürken parkın oradan tatlı bir müzik sesi geliyor. Aşık olmasanızda "aşkın kendisini" sevenlerdenseniz, aşık olduğunuzda kisiden bağımsız, yaşattığı duygu duruma aşık olanlardansanız, bu şehir tam size göre...Belediye binası, girişinde kırmızı ışıklı bir salon önü kalabalık ve içerisi daha da kalabalık. Hemen giriyorum ve ilk gözüme bir kenarda dans ayakkabılarını giyen 60 yaş civari hanım ve beyler ki tango yaparken hepsi birer 20'lik citir edasiyla flört ediyorlar, "uçuşan etekler ve kulağa fısıldanan aşk sözleri" cümlesini kurmak istiyorum burada :)
Gece artık evime doğru yürürken, hayat daha da keyifliydi benim için. Eğer tek başınıza yurt dışına çıkma hayaliniz varsa başlangıcınız Verona olsun derim. Tanıdık, samimi, küçük ve gayet güvenli çünkü...
2.Gün
Sabah öyle kasmadan saat 9 gibi uyanıp biraz evde vakit geçiriyorum, çünkü evim Verona Kale manzaralı ve pencere önünde bir kahve içip güne merhaba demek de güzel. Ha bu arada kaleyi de gezmedim ;) İnternette istemediğiniz kadar bilgi var zaten. İçindeki müze, saatleri, fiyatlari vs...
Evin keyfi güzel ama dışarıda da bir şehir beni bekler, hadi bakalım Deniz Erol kaldır totoyu:P
Bra Meydana vardığımda bahsedilenlerin aksine çok sakindi ortalık. İnternette tüm şehir bu hafta icin hazırlandı, mağazalar, meydanlar filan yazıyordu ya bizdeki Red Light Street'e benzeyen ve Sevgililer Günü'nden çok "kırmızı haftası" na dönen festivalimsi birşeydi beklediğim :) Gerçi sonra anladim ki asıl kalabalık cumartesi başladı.
Neyse dediğim gibi Bra Meydanı'nın sakinliği beni sarmadi ve yürümeye devam ettim. Sağımda meşhurrrrr Arena'yı bir sonraki gün gezerim diyerek (tabiki yalan, içim bayılıyor tarih, arena...) keşfe devam ettim.
Veee işte karşımda Erbe Meydanı yani Verona'nın kalbi, beyni, eli kulağı :) her sabah buradayım artık, küçük tezgahlarda hediyeliklerin olduğu tanıdık ufak bir pazar, sağ da yanyana bir sürü cafe. Asıl kulağıma bir piyano sesi geliyor ya hadi canım, belediye sokak yayını yapıyordur diyerek ufak pazara dalıyorum.

Her gördüğüm tarihi obje ile fotoğraf çekinemesemde, birkaçı ile deniyorum. En büyük sorun yalnız gezerken fotoğraf olayı. Bugune kadar ki deneyimlerimden sonra söyleyebilirim ki en iyi, en hızlı ve en çok fotoğrafınızı Japonlar çekiyor...Gerisi tırt :P Neyse sevimli bir çiftten rica ediyorum ve poz poz çekiniyorum. Ufak pazar bitiyor ve işte piyano sesinin geldiği yerdeyim. Yerel bir müzisyen meydana koymuş piyanosunu ve hem konser veriyor hem de albümünü satıyor.
Bir şubat ayına göre hafif serin, hava da içinizi ısıtan bir güneş, müziğin tatlı uzaklığında bir masa...Heyyy o kadar mutluyum ki tam hayallerimdeki gibi gidiyor herşey, sanki biri tam olarak ne isteğimi biliyor ve "hepsi senin için"diyor...Beynimi beklemeye alıp 3 saat oturuyorum öylece, sağımda solumda oturan insanlarla sohbet ettim, müzisyenin her şarkı bitişinde kalkıp abartılı ve komik bir şekilde halkı selamlayışını, gelip geçen insanlari izledim. Tipik küçük bir İtalyan şehrinde çekilmiş bir filmi izler gibiyim ve sanırım yönetmeni de benim :)
Artık tekrar yola koyulma vakti, umarim yarın sabah tekrar aynı film karesini görebilirim diyerek Juliet'in evine doğru ilerliyorum.
Juliet'in evine vardım ve tabii ki içine girmedim. Neden mi?
İlk çoğunluk turistin doğru bildiği yanlışlar; Romeo ve Juliet bir oyun ve Juliet'in Verona'da gerçekte yaşadığı bir ev yok :) demek ki ortada yaşanmış aşk yok o zaman ben de yokum :)
İkincisi balkon da gerçekten küçükmüş :)
Meşhur balkonun olduğu küçük bahçeye girerken sağınızda ve solunuzda tüm dünyanın aşklarını tarihe yazmışlıklarını görüyorsunuz, herkes kendi oyununda birer Romeo ve Juliet...Öyle canlı ve renkli ki duvar; bütün o aşkları o an tüm kalbinizde hissetmemek imkansiz. Duvarlara artık yazı yazmak yasaklanmış, ancak Juilet'e ulaşmanın tek yolu bu değil tabii ki ;)
Oldukça kalabalık bu küçük bahçede birçok blogda da okuyacağınız üzere Juliet'in bir heykeli var ve sağ göğsü açık. Tüm turistler çıplak sağ göğse dokunarak poz veriyor ki aşkta şansları yaver gitsin. Ben de verdim hemen pozumu ancak ortam çok kalabalık olduğu için acelece oldu ve pek güzel çıkmadım, bu fotoyla aşkın benim için yaver gitmesi biraz zor duruyor :P
Öğleden sonra akşama kadar ne mi yaptim? İnanın bende bilmiyorum; ancak Verona'da saatler öyle keyifli geçiyor ki; kayda değer birşey yapıp yapmamak ( herkese göre değişir bence bu durum) umrumda olmuyor. Yolumun üzerindeki tüm ara sokaklara giriyorum rastgele, kimi çok tanıdık kimi başka dünyalara açılan kapılar gibi. Hele bir de kapısı açık eski bir apartman yada penceresinden içerisini görebildiğim bir ev varsa benden mutlusu yok...O kadar merak ediyorum ki içerinin kokusunu, eşyalarını, odalarini, hatta dolaplarindaki kıyafetlerini...
Bu arada akşam için hoş bir mekan bakınıyorum sağa sola ve Bra Meydanı'ndaki 1895 yılında açılmış olan Vittorio Emanuele'de karar kılıyorum. Oldukça gösterişli, hatta Verona'daki en gösterişli mekan olduğunu söyleyebilirim. Her akşam piyano eşliğinde yemek yiyebileceğiniz bu mekan için akşam 20:00 ye rezervasyonumu yapiyorum. Bra Meydanı'na bakan bir açık ön bölümü olan restauranın girişi o kadar pastane gibi duruyor ki, arka bölüme geçinceye kadar anlayamıyorsunuz ve burada mı piyano eşliğinde yemek yiyeceğim diyorsunuz.
Bu akşamlık Piazza Dei Signori'deki "Sevgililer Günü" panayırına katılmıyorum ve eve gidip biraz dinlenmeyi tercih ediyorum.
Akşam 19:00 gibi hazırlanıp yine sokaklara atıyorum kendimi, ancak önce biraz bloga birşeyler yazmak da lazım...
Yazı faslina biraz ara verip akşam yemeği icin yola koyuluyorum.Vittorio Emanuel, fotoğraflardan daha güzel aslına bakarsanız, ben piyano olan bölümde değil de restoranın büyük salonundaydım; hatta müzik hafif bir esinti gibi gelirken yemek daha güzel :) Fiyatlar ve menü ise çok uçuk kaçık değil, hatta şaşırdım bile.
Baslangıç, ana yemek ve bir şişe şarap 50 Euro tuttu...Tamam itiraf ediyorum, lezzet tamamen ortalama idi. Böyle hoş mekana daha özel ve leziz bir menü süper olurmuş, ama bu da yetti valla. Gece biter eve dönüş...
Veeeeee 3. gün Verona'da...
Sabah yine kahvaltı için Erbe Meydanı'ndaki piyano manzaralı mekanıma gidiyorum. 2 saat oturup, etrafı izledikten sonra ki, hanımlar bu bölüm sizin için...İşteeee bu yılın modasiiiiiii....Deri ceket üzeri kürk yelek, kürk sahte tabiki ama burada gerçeğini giyen oldukça fazla hatun var :(
Beyler bu bölümde sizin için, Italyan bayanların 40 yaş ve üzeri gayet bakımlı ve hoşlar. 40 yaşaltı heryerdeki gibi işte :P
Hanımlar sizlere sadece biscolata diyorum :)
Bu arada şimdi farkettim, hatunlar, hatunlar icin giyinir derler ya, erkekler için bu yılın modasını yazamayacağım canım yaaa ;)
Biraz da dolaşalım degil mi? Nehir kenarından gidip biraz keşif yapayım diyorum ya bana kalsa meydanda otururum daha iyi (burcumdan mıdır nedir "oturan boğa" benim :P)
Erbe Meydanı'nı arkama alıp, ilerleyen solda Juliet Evi'ni geçip düz devam ve nehir kenarına geldiniz ve evet gereksiz enerji ama görmeden de olmaz. Tahmin edeceğiniz üzere mekan adına hiçbirşey yok kıyı şeridinde, manzara güzel ama 1-2 foto sonrası o da bitti...Insan da yok ki fotoğraf çekinebilmek icin 15 dk takıldım boş boş geçen olur diye :(
Eh şansım yaver gitti diyelim, işte nehir işte foto...Karşıda bir tepe var isteyen çıksın valla, merdivenle çıkılıyormuş ama başka yolu illaki vardır, bu kadar sadist olamaz Verona insanları. Zaten yazımın sonunda bu blogda aradığını bulamayanlar için Verona'da ne yapılır konulu blogları paylasacagim :)
Ev sahibim Francesca'nın anlattığına göre nehrin bu bölümünde üniversiteli gençliğin takıldıkları mekanlar mevcutmuş ancak çok gürültü olunca kapanmış. Şimdi ise nehrin bu bölümünün bir arka sokağında birçok trattoria ve ostraio var. Bir tanesine oturuyorum ve masaya şöyle yanar dönerli bir pizza istiyorum. Yok yaaaaa söyledim bir pizza, geldi veeee tam yiyecekken garson 1 dakika dedi ve pizzanin üzerine birşey döküp aleve verdi. Hayiiirrrrr!!!Çok geç gel de ye şimdi üzerine anason dökülmüş (bogggkkk!!! Bak yine sinirim bozuldu ya).
İsim veriyorum ki pizza ile rakı sevenleri birleştiren dünya üzerindeki tek mekan olabilir.
Yemekden vazgeçiyorum ve koşa koşa Erbe'ye dönüyorum, bu defa saat 16:00 civarı ve Erbe'nin sağ tarafında Piazza Dei Signori'ye geçiyorum. Oooooo müzik baslamış bile, hemen önlerde yerimi alayım degil mi?
Çalıp çırpıyor mu bilmem ama belediye güzel çalışıyor valla. Her akşam konser ve stand up gösteri var Piazza Dei Signori'de (italyanca anlamıyorum ama olsun).
Bir nevi bizim Güzin Abla görevi görüyor aslında, gönüllü insanlar dünyanın heryerinden gelen mektupları, e-mailleri cevaplıyorlar; mektup, tercihleri daha nostaljik ve konsepte daha uygun olduğu icin :) Hemen kendim ve bana ulaşan arkadaşlarım için yazdım tabiki ve heyecanla cevapları bekliyoruz...
Konser ve cafe'ler de biraz daha takıldıktan sonra biraz dinlenmek icin tekrar eve dönüyorum.
Gelelim at eti yeme macerama...Neden böyle birşey yaptım bilmiyorum ama bir daha asla :) Herhangi bir restoranda yiyebilirsiniz. Ben nerede denedim hatırlamıyorum valla. Neyse geldi yemek: eşek eti yemeği filan da var. Ha diyeceksiniz biz Uğur Dündar'ın çocuklarıyız az mı bastık at, eşek eti kesen mekanları ama bu başka oldu yaaaa. Yemek gelince bi pişmanlık başladı. Kadayıf gibi tel tel yapmışlar eti, altına da kırmızı lahana cinsi birşey, çiğ salata (sebzelerle aram pek iyi degil de :P ) yanında limon ve zeytinyağı...Meze misali, aldım bir çatal ama içim burkuldu, atlar geldi gözümün önüne...Offf ya yemiyorum ben :(
Ekmeği zeytinyağına banarak (allahtan heryerde zeytinyağı müthiş lezzetli) şarabımı içip kalktım.
Eve donerken her aksam ugrak yerim Teatre Del... De bir Aperol spritz daha icerek bloga biraz daha ekleme yaptim ve ani yasayabildigim bu gercek an'da yapabildiklerimin ve yapacaklarimin keyfini cikardim :)
baktım. Ippopotamo adlı mekanın kahvaltısı bir Avrupa şehrine göre bize en yakın olanı sanırım. Omlet, peynir ve recel tabağı olarak özetliyorum, fiyat çok ucuz değil haberiniz ola (omlet yok fotoda, çünkü yedim).
Bugün çok önemli birgün, çünkü tüm Verona halkı ve tüm dünyadan gelen insanlar "Half Marathon"a katılacaklar. 10 km'lik bu koşuya daha önce kayıt yaptırmak koşulu ile katilabilirsiniz. Hava yağmurlu fakat kimsenin umrunda değil. Katılım yaklaşık 8000 kişi civarinda. Dünyanın en hızlı koşan hayvanı çita 20-25 yıl, kaplumbağa 250 yıl yaşıyor prensibi ile koşanları güzel bir kahvaltı eşliğinde izledim.
Günü ara sokaklarda dolaşarak ve hoşuma giden mekanları deneyerek geçirsem de kafa da blog icin ne yazsam diye düşünüyorum bir yandan. Ve en sonunda hazir yazılmışları paylasmak daha mantıklı geldi...:)
Bu yazıların çıktılarını yanıma alıp, çoğunu yapmamak benim seçimimdi...
Sevgililer Günü'nde aşkın şehrine yalnız gelmek de öyle...
Saçmalamak güzelmiş,öarada yapmak lazım ;)
Bir sonraki gezi yazımda görüşmek üzere...
Bir nefeste okudum, süppper!
YanıtlaSil